7 Haziran 2007 Perşembe

Günlük bişeyler

'Eh hep de lezzet yazamıyorum tabii, ee yazamayınca nolcak?' diye düşünürken bloggerların çok kullandığı 'blog benim blogum istediğimi yazarım' sözü pek yakın göründü ve ardından şunları düşündüm;
  • Aslında Cheese Cake Factory'i yazabilirdim. Ah o ne güzel bir yer öyle Allah'ım. Tam bir cheese cake cenneti ama yemekleri de süper, dekorasyon da süper. Tabii bu Boston'dakiler için daha çok geçerli ama sanırım San Fransisco'dakine de gitmiştim. Böleee bayılası bi yer işte... hep nasıl olurda hala Türkiye'de bir franchise işine dönüşmedi bu diye merak edip içimden 'belki ben yaparım bu işi:))' şeklinde planlar da kurmadım değil. Tüh planlarımı da açığa vurmuş oldum ama zaten ben o parayı biriktirinceye kadar burda da Cheese Cake Factory açılmış olur.
  • Sonra aklıma sabah işe gelirken otobüste ön taraflarda oturan kızımızın nasıl olup da kol saatini ayna gibi kullanıp gözüne kalem çektiği geldi. Ve dedim ki... işte Türk kızlarının makyajda katedebilecği son safha!!! Tebrik ediyorum:))
  • Bi de şu hazırlıklar işi var tabii. Hiç mi hiç aklımdan çıkmayan. Yok gelinlikdi, yok davetiyeydi vs. vs. Bloglarda da dolaşırken aynı telaşlar içinde olanları daha bi yakın hissediyorum nedense:))
  • 'Bu sabah yağmur var İstanbul'da...' desem çok sıradan olacak biliyorum, o yüzden demiyorum ben de. Ama yağmur var!
  • Yarın annem gelecek:))
  • Sırada bekleyen bir konser, bir de tiyatro var. Haftaya sosyalleşme zamanı yani:))

4 Haziran 2007 Pazartesi

Doğu bölgelerimizde gittikçe artan hava sıcaklığı...

Geçtiğimiz haftasonuna gayet kötü, hatta berbat bir şekilde giriş yaparak zaten az olan iki günlük tatil imkanını mahvettik. Ne var ki çok can sıkıcı başlamasına rağmen bir yerden sonra biraz belimizi doğrultabildik. Bu mecazi anlamda bir doğrultma olmakla kaldı ne yazık ki. Çünkü gerçek anlamda ağrıyan belim hala ağrıyor:((

Ama ruhların dingin ve mutlu olması daha önemli diyelim:)

Biraz moral olur düşüncesiyle Cumartesi sabahı bir arkadaşımla ve bir son an kararıyla Şişli Polo’ya kahvaltıya gittik. Ohh iyiki de gitmişiz. Bana hep bir pastane (ya da sadece pastane diyeyim) imajı veren bu yerin meğer ne hoş yanları da varmış. Bizi deli gibi doyuran açık büfe kahvaltısı ve bahçesi çok iyi geldi. Girerken geç kaldığımızı düşünmemize rağmen, çıkışta açık büfeyi yenilediklerini görünce aslında hiç de geç kalmadığımızı ve hatta bazı lezzetleri tatma imkanını kaybettiğimizi, çünkü bizden sonra mesela o çok sevdiğim elmalı kruvasanlardan çıkarmışlardı, anladık. Ama neyse ki yediklerimizle o kadar doymuştuk ve o sıcağa rağmen Mecidiyeköy’e kadar yürüyerek yediklerimizi biraz da olsa erittik. Ayrıca birçok yerde gördüğüm 30ytl’lik açık büfeleri düşününce 12ytl’ye karnımızı iyi doyurduğumuzu anladık. Tabii öyle şehrin göbeğinde bir yerde bahçe bulmak ise paha biçilmezdi:)

Neyse efendim o günün geri kalan kısmı da kötü hatta daha da kötüleşerek geçti. Fakat bir hafta öncesinden arkadaşlarla Fenerbahçe Parkı’nda kahvaltı için sözleştiğimizden, her ne kadar mutlu mesut bir görünüm sergileyemesek de, Pazar günü soluğu ilk defa gittiğim Fenerbahçe Parkı’nda aldık. İyi ki de gitmişiz! Hava çok güzeldi ve doğal olarak da park kalabalıktı ama biz yine de oturacak bir yer bulup kargaların saldırısından korkarak kahvaltımızı ettik hem de denize nazır. Neredeyse birgün boyunca yataktan çıkmayan ben kendimi dışarı atmanın coşkusuyla hızımı alamayarak aynı gruba iki kişinin daha eklenmesiyle öğleden sonra Şile taraflarına pikniğe gittik. Allah’ım o ne piknik aşkı! Bir günde iki piknik:) Pikniksiz geçen günlerimizin acısını çıkardık resmen. O ne güzel hava, o ne yeşil dağlar öyle…tabii güzel havayı görüp de şehirden uzaklaşıp pikniğe gitme kararı alan sadece biz olmadığımız ve hatta İstanbul’un geri kalan kısmı da bir tesadüf eseri aynı kararı aldığı için Allah’ın dağında ovasında zar zor bir yer bulabildik ama iyi de bir yer bulmuşuz hani. Şimdi siz fotoğraflara bakıp ‘ah yazık mangalı yakamamışlar’ demeyin, ikinci deneme de gayet iyi yaktık ve misler gibi de yedik. Mangalda sarımsağın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırladık, fotoğraflar çektik, bir sonraki aktivite için randevulaştık ve şehrin kalabalığına, stresine çıplak ayakla dolaşmak suretiyle boşalttığımız elektriğimizi geri kazanmak üzere dönüş yaptık. Buraya gittik işte!