25 Mayıs 2007 Cuma

Salihli-2

Salihli’ye bu gidişimiz daha önce gördüğümüz yeşilin her tonuna olan hayranlığımızı pekiştirmek adına yemyeşil ovaları görme ve lezzetli odun köftesini tatma heyecanıyla geçti. Salihli’ye yaklaşırken yine etraf sonsuz yeşil deniziyle çevriliydi ve mevsimin yaza iyice yaklaşması sonucu (ya da yaz olması mı demeliydim?) sağlı sollu yol kenarında kiraz ve asma yaprağı satan çiftçiler Salihli’ye geldiğimizin müjdesi gibiydi. Dönüş yolunda kiraz ve yaprak alma planlarıyla Salihli’ye girdik ve uzun bir yolculuk sonunda acıkan karnımızı doyurmak için bir başka Salihli lezzet durağına gittik bu defa.

Salihli her ne kadar odun köftesiyle ünlenmiş olsa da etrafındaki yeşil ovaya bakınca insan nasıl olup da burada asma yaprağından veya değişik otlardan yapılan zeytinyağlıların ön plana çıkmadığına hayret ediyor. Ki dönüş yolundaki konumuzda asma yaprağından yapılabilecek farklı yemeklerdi. Bu yemeklerin uygulaması da tabii ki Salihli’de zeytinyağlı tabağı ile tanınan Cemal Usta’ya kalıyordu.
İşte biz de bu defa bir esnaf lokantası görünümündeki Cemal Usta’nın yerine gittik. Cemal Usta’da İstanbul’dan gelen misafirler olduğumuzu öğrenince zeytinyağlılardan o kadar çok koymuştu ki tabağımıza bitiremedik bile. Ama ne kadar zeytinyağlıları bitirememiş olsak da arkasından tavsiye ettikleri sütle ıslatılmış ılık tel kadayıfa hayır diyemedik. Üstüne üstlük o tok halime rağmen hepsini bitirdim:)

Duyduğumuza göre Cemal Usta enginarın binbir çeşidini yaparmış da biz enginar mevsimini kaçırmak üzere olduğumuz için sadece enginar dolmasını tadabildik. Bunun yanı sıra zeytinyağlı iç bakla, pirinçli yeşil fasulye, kabak ve dereotu da tabağımızdaki diğer zeytinyağlılardı. Zeytinyağlının her türlüsünü seven hatta bayılan biri olarak bunları da afiyetle yedim tabii ki:)

Cemal Usta’nın ise gerçekten ne kadar ünlü bir mekan olduğunu, çaprazında aynı tarz yemekler yapan yerin tamamen boş olmasına rağmen Cemal Usta’nın yerinin tıklım tıklım olduğunu görünce anladık.

Salihli programımız bitip de geri dönerken her ne kadar uçağa yetişmek için acele etsek de yol kenarındaki satıcılardan Salihli asma yaprağı almadan ve her ne kadar henüz Salihli kirazının çıkmadığı söylense de oradaki kirazlardan almadan dönemedik.

Yapraklar sarılmak için haftasonunu beklerken kirazlar çoktan tükendi:)

21 Mayıs 2007 Pazartesi

Sivas'ın Yolları...

Haftasonu kısa ve yorucu bir Sivas gezisi gerçekleştirdik. Sabahları gidiş- dönü uçağı olduğu ve günde sadece bir uçak olduğu için Cumartesi sabah gidip Pazar sabah dönmek zorunda kaldık. Bu kısa sürede mümkün olduğunca Sivas’ı gezmeye çalıştık. Tabii ki Sivas lezzetlerinden de tatmak istedik. Her yerde ‘Geleneksel Lezzetler’ şenliği ile ilgili afişler vardı fakat sanırım bu şenlik henüz başlamadı. Bizim de vaktimiz olmadığı için ne zaman olduğuna bile bakamadık. Sivas’a gittiğimizde tatmak için sabırsızlıkla beklediğimiz Mis Döner’in dönerinden tatma fırsatını ise programda bir yerlere sıkıştırmayı başardıkJ Tüm Sivaslı arkadaşlardan ‘üstüne başka dönerci tanımam’ şeklindeki tanıtımları sonucu o kadar yol gidip de o döneri yemeden dönmek olmazdı. Mis Döner çok küçük olmasına rağmen yoğunluğunu kapıdan bakınca anlayabiliyorsunuz. Ocağın önünde o kadar çok kişi çalışıyor ki sanki 4 katlı büyük bir restoran. Bir de içeri girip giriş ve alt katın tıklık tıklım dolu olduğunu hatta oturmak için bile zor yer bulduğunuzu düşününce bu lezzeti kesinlikle tatmak gerektiğine kanaat getiriyorsunuz.

Peki söz edildiği kadar var mıymış? Bence varmış! Gerçekten lezzetli ve incecik kesilmiş bir döner. Servis vs. pek iç açıcı değil ama o döner için kimsenin servise bakmadığı kalabalık müşterilerden belli oluyordu.

Dönüşte almak için Sivas’ın nesi meşhur şeklinde bir araştırma yapmaya kalktıysam da net bir yanıt alamadım ama sanırım Sivas’ın Mis Döneri meşhurJ En azından benim için bundan sonra öyle.

11 Mayıs 2007 Cuma

Ege'de Bir Durak

Salı günü iş nedeniyle Manisa Salihli’ye gittik. İstanbul’dan böyle şirin ve sakin bir yere gidince insanın geri dönmeyesi, bundan sonraki yaşantısını kuş cıvıltıları arasında geçiresi geliyor. İşim gereği şehirlerle ilgili önemli bilgileri de bilmem gerektiği için gittiğimiz yerlerde bölgeyi gezip biraz bilgi alıyoruz. Salihli’de de aynı şekilde fırsat buldukça hem gezdik hem de bilgi aldık. Salihli parayı ilk kullanan uygarlık olan Lidya medeniyetine başkentlik yaptığı için çok önemli bir yer olmasıyla birlikte, yemyeşil ovaları sayesinde verimliliği insanı şaşkına çeviren bir bölgedir de. Daha ilçeye girerken sizi tarihin izleri ve verimli toprakların yeşil tonları karşılar. Sol tarafınıza baktığınızda sanki uçsuz bucaksız bir deniz gibi uzanan ve yeşilin nerdeyse mümkün olan her tonuna ev sahipliği yapan ovayı görürsünüz. Daha sonra Adala tarafındaki kanyonu ziyaret edip kuş seslerini de ekleyince tam ‘ İstanbul karmaşasından kaçıp da yaşamayı hayal ettiğiniz yer’ kavramına eşit olacak cennette olduğunuzu hisseder hatta Kız Köprüsü’nün aşağısında yer alan ağaçlardan birinin üstüne kurulmuş olan küçük ağaç evde yaşamayı hayal edersiniz.

Bir yere geziye gittiğimde benim için en önemli şey tabii ki o bölgeyi gezmek, daha sonra da yöreye özgü yemeklerini yemek ve oraya özgü bir şeyler almaktır. Salihli’de de dönüş yolu üzerinde Salihli’nin meşhur odun köftesini tatma fırsatı bulduk. Neredeyse her bölgeye özgü bir çeşit köftesi bulunan ülkemizde bunları tadınca insan nasıl olup da bu kadar birbirinden farklı tatlar olduğunu anlayamıyor (en azından ben bunun hayreti içerisinde kalıyorum her zaman). Mesela Akhisar köftesi, İnegöl köftesi, Tekirdağ köftesi…

Salihli köftesini de Salihli’yi bilmeyenlerin bile bildiğini söyledikleri Değirmen lokantasında yedik. Herhangi bir yol üstü lokantası görünümündeki Değirmen’de kuzu etiyle yapılıp meşe odunu közünde pişen ve yumuşaklığı ile beni şaşırtan odun köftesinden yedik. Öncesinde ikram edilen közde pişmiş bütün domatesler de sanırım oraya özgü. Çünkü benim şimdiye kadar yediğim közde domatesler hep dörde bölünmüş olarak servis yapılırdı. Fakat bence bütün olanlar daha iştah açıcı (Bu nedenle de 1,5 porsiyon köfteyi mideye indirdim:)). Salihli köftesinin yumuşaklığı dışında közden sinen kokusu ve kimyona batırılarak yenmesi de lezzetini arttırıyor.

Ardından yediğimiz kavun ise bu mevsimde o kadar tatlı olmasıyla ayrı bir şaşkınlık yarattı.

Gezip de çok yakınımızda bu kadar çok güzelliğin olduğunu görmemiz ülkemizin değerini daha çok anlamamızı sağlıyor. İnsanın daha çok gezesi ve daha çok köfte yiyesi geliyor:))

10 Mayıs 2007 Perşembe

Adem Baba

Aşağıdaki bölümü Lezzet Durakları'ndan önce açtığım fakat şifrelerini bir türlü hatırlayamadığım için giremediğim blogda yayınlamıştım ama artık burası olduğu için onu iptal ettim.

Adem Babaİstanbul'da yaşayan birçok kişinin bildiği, gittiği, en azından duyduğu bir mekan. Benim bu mekana ilk gidişim Tebdil-i Mekan gibi bir sitede tavsiye edildiğini görmem sonucu oldu ve hiç de haksız çıkmadı. Adem Baba'nın istavritinin meşhur olduğunu duyduğumuz için biz de istavrit ve yanında yine meşhur olan ve bunu kesinlikle hakeden güzel salatasından yedik ve tabii ki kalamar. Hepsi çok güzel ve tazeydi.Bence yemek yenilen yerde en az yemeklerin lezzeti kadar etkili başka bir unsur da verilen hizmet ve mekanın kendisidir. Adem Baba şirin ortamı ve müşteriye karşı ilgili çalışanları ile de gayet başarılıydı. Alıştığımız balıkçıların aksine Adem Baba'da alkol yok. Ayrıca fiyatları da gayet makul, bizim yediklerimiz sanırım 30 ytl gibi birşey tuttu ve kesinlikle değdi. Adem Baba'nın yeri Arnavutköy'de, arabayla gidiyorsanız kapının önünde arabayı bırakıp direk içeri girebilirsiniz. Çünkü arabanızı görevliler alıp otoparka çekiyorlar ve siz çıkınca hemen getiriyorlar. Sakın ha bizim gibi bu hizmeti ücretsiz sanıp hemen arabaya binip gitmeye kalkmayın:))Zira İstanbul gibi park problemi olan bir yerde bu hizmetin bedelsiz olamaz, bu nedenle 5 ytl de park için...detaylı bilgileri http://www.adembaba.com/ alabilirsiniz.

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Başlarken...Çiya.

Merhabalar Efendim,

Sonunda uzun süredir açmayı planladığım bir bloga ikinci kez kavuşmuş oluyorum. İkinci kez diyorum çünkü aynı blogu daha önce de açtım fakat şifre ya da adresimi hatırlayamadığım için bir türlü giremiyordum. Zaten ona da daha bir kez yazmıştım. Umarım bu da aynı akıbetle karşılaşmaz:))

Pek sevgili okuyucu blog hakkında çok fazla birşey söylemeye gerek var mı bilmiyorum bile demeyeceğim çünkü adından herşey anlaşılıyor zaten. Anlamayanlar da zamanla içeiği anlayacaklardır. Fakat... ne kadar anlasalar da ummadıkları anda ummadukları şeylerle de karşılaşabilirler bu blogda. Yani her an amacından sapabilir:)) Sözü fazla uzatmayalım. Ve karşınızda ilk konumuz...ta ta ta taaaaam...

Çiya

Çiya, adını birçok kez duyup da sitesini gördükten sonra illa ki gitmeye karar verdiğim, ortam olarak biraz hayal kırıklığına uğrasam da lezzet olarak kesinlikle tatmin olduğum bir mekan oldu. Dediğim gibi Çiya’ya hep gitmek istiyor, lezzet listelerinde adını sık sık görüyor fakat fiyatlarının biraz yüksek olduğu duyumlarımdan dolayı cesaret de edemiyordum. Ta ki.. .bir pazar dışarıda yemek yemeye karar verip de Çiya’yı aramaya koyuluncaya kadar. Web sayfalarındaki sunumlarından otantik bir ortam beklerken gayet sıradan kebapçı hasıyla karşılaşınca biraz hayal kırıklığına uğradım. Ardından ilginç menüsü…Ben közlenmiş patlıcan, kıyma ve domatesle yapılmış ‘Karnıaçık’ adındaki nefis yemekten aldım, arkadaşlardan biri yanlış hatırlamıyorsam şeftalili bir çeşit kebap aldı ve farklı tatları çok sevmeyen biri olmasına rağmen bunu çok sevdi ki zaten tadı da adına göre çok aykırı bir şey değildi. Diğer arkadaş ise bilinen bir şey denemeyi yeğledi ama ne yedi hatırlamıyorum. Ortaya da Zahter denilen ve kekik, maydanoz, nar ekşisi vs. ile yapılan ve keskin bir tadı olan salatayı aldık. Kimse salatayı beğenmeyince bitirmek bana kaldı. Ardından da adını çokça duyduğum kabak tatlısından ve Teleme dedikleri incir tatlısından aldık. Kabak tatlısı alışık olduğumuz tattan farklı olduğu için çok rağbet görmedi fakat, muhallebi kıvamındaki incirli tatlı herkesin çok hoşuna gitti.

Web sayfalarında çok fazla yemek olmasına rağmen restoranda hepsini bulmak mümkün değil sanırım. Biz istediğimiz bir yemeği bulamadık mesela. Bunun dışında sunum ve ortam da Çiya’nın bu leziz ve farklı yemeklerine uygun şekilde düzenlenirse çok daha iyi olur. Biz Çiya’ya giderken biraz aramak zorunda kaldık ama aslında yeri çok basitmiş. Kadıköy’de Güneşlibahçe sokakta yer alıyor, burası da Akmar Pasajı’nın bir üst sokağı oluyor. http://www.ciya.com.tr/
Not: Fotoğraflar Çiya'nın sayfasından alınmıştır.